Mustafapaşa’nın güneyinde, merkeze oldukça yakın bir konumda olan Aziz Nikolaos Manastırı, Dere Sokak’ı izleyen yoldan ulaşılan Manastır Vadisi’nde yer almaktadır. Manastır Vadisi’ndeki en önemli dini yapı olan Aziz Nikolaos Manastırı, köy halkının büyük önem verdiği Aziz Nikolaos’a ithaf edilmiş bir yapı topluluğudur.
Aynı isimde farklı azizler olsa da, Ortodoks inancında en çok saygı gören Nikolaos, kültü 9. yüzyıl sonrasında yaygınlaşmaya başlayan, anma günü 6 Aralık olan ve Myra piskoposluğu yapmış azizdir. Sadece Sinasoslu Rumlar’ın değil, tüm Hıristiyan dünyasının en çok saygı gören azizlerinden biri olan Aziz Nikolaos, zamanla Batı dünyasında “Santa Klaus” ismiyle tanınan bir figüre dönüşmüştür.
Bir kısmı kagir, bir kısmı kayaya oyulmuş ve alt seviyede birbirine bitişik dört ayrı mekândan oluşmaktadır. Manastırın tam olarak ne zaman yapıldığı bilinmemekle beraber, 19. yüzyılın ikinci çeyreğinde günümüzdeki formunun yapıldığı düşünülmektedir. Ayrıca, buraya armağan edilen bir ikonanın tarihine dayanılarak manastırın tarihinin çok daha eskilere gittiği ve en geç 18. yüzyıldan beri var olduğu bilinmektedir.
Manastır yapılarının bulunduğu avluya, kuzeybatıda yer alan iç içe iki yuvarlak kemerli, bezemeli bir kapıdan girilir. Yapı üç katlıdır. Manastır’ın doğusundaki mekanlarda, başta Aziz Nikolaos’a ithaf edilen kilise olmak üzere toplam dört kilise yer almaktadır. Manastır kiliselerinin yer aldığı yapı topluluğu kuzey-güney doğrultusunda düzensiz bir şekilde yan yana sıralanmıştır. Bu mekanlara girişi sağlayan kapıdan, merkezde ana kilise olduğu düşünülen kiliseye geçilir. Bu mekânın güneyinde yer alan Kapalı Yunan Haç planlı ve kubbeli kilisenin bu yapı kompleksinin en eski yapısı olduğu ve hatta Orta Çağ’a kadar gittiği düşünülmektedir. Bu görüşü, duvar resimlerinin üslup özellikleri desteklemektedir. Manastırın batısında ise, avlu ile hasta hücreleri, çeşme ve gömü mekanlarından oluşan çeşitli mekanlar bulunmaktadır.
Aziz Nikolaos Manastırı, 19. yüzyılda Sinasos halkının sadece dini yaşamında değil sosyal yaşamında da çok önemli bir yere sahipti. Kilisenin avlusunda bulunan şadırvan şeklindeki çeşmeden akan suyun şifalı olduğuna inanılmaktaydı. Rumlar’ın yanı sıra Türkler de, hastalıklarından arınmak için şadırvana gider ve şifalı sularından içerdi.