Sinasos Kapıları

Kapılar, yalnızca bir mekânın giriş ve çıkışını sağlayan mimari bir öğe olmanın ötesinde, ardında derin felsefi bazı düşünceler ve sembolik anlamlar barındıran önemli bir yapı elemanıdır. İçeri ile dışarının bağlantısını sağlayan kapılar, mekân içindeki yaşantıya dair ipuçları veren bir simgesellik taşırlar. Kapıların estetik yönü, taşıdıkları sembolik anlamları güçlendirir…

Tarihi sürecine bakıldığında mimari tasarımda daima öneme sahip olan kapılar özellikle 19. yüzyıl itibariyle yapılan evlerin en fazla özen gösterilen mimari elemanlarından biri olarak dikkat çeker. Bu durum elbette işlevselliğin ön planda tutulduğu, içinde bulunduğumuz modern çağlarda değişmiştir. Eski kapılarda vurgulanan anıtsallık şimdilerde yerini çok daha sade tasarımlara bırakmıştır.

Bilindiği gibi, 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın başları, Sinasos halkının refah düzeyinin en yüksek olduğu, ekonomik ve kültürel olarak en parlak dönemleridir. Bu durum, Osmanlı imparatorluğunun son döneminde gerçekleşen ve gayrimüslim halkın lehine işleyen birtakım siyasi gelişmelerle doğrudan ilişkilidir. Bu süreç ile birlikte gelen birtakım imtiyazlarla İstanbul’da yaptıkları ticari faaliyetlerle zenginleşen Sinasoslu Rumlar memleketlerine dönerek kendilerine ihtişamlı evler yaptırmıştır. Bu ihtişama, yapının adeta kimliğini yansıtan bir anahtar öğe özelliği taşıyan kapılar büyük katkı sağlamıştır.

Mustafapaşa’daki dikkat çeken kapıların pek çoğu, 19. yüzyılın ikinci yarısında Rumlar tarafından yaptırılmış evlerin ana giriş bölümünde karşımıza çıkar. Bunun yanında, 19. yüzyılın sonlarında bir Osmanlı paşası tarafından yaptırılan Mehmet Şakir Paşa Medresesi’nin kapısı tek başına tüm ihtişamı üzerinde toplamışçasına bir heybetle köye gelenlere selam verir.

“Sinasos Kapıları

Kapadokya bölgesinde farklı yerlerde de örneklerine rastlanmakla beraber diğer yerlere göre Mustafapaşa’da korunabilmiş anıtsal kapılar daha fazladır. Bu örneklerin tamamı Osmanlı döneminden geldiği için, kapılar köyün Osmanlı döneminde bilinen ismiyle özdeşleştirilmekte ve “Sinasos Kapıları” olarak tanıtılmaktadır. Kapıların formuna bakıldığında yapının dış kütlesinin en belirgin elemanı olarak tasarlanan cümle kapıları şeklinde olduğu görülür. Kasaları ahşap çift kanatlı olan ve geri kalan kısımları taştan yapılmış olan kapılardaki en fazla görülen biçim yuvarlak ve basık kemerlerdir. Bunlar kadar yaygın olmasa da bir de düz atkılı kapılarla karşılaşılmaktadır.

Köydeki tarihi kapıların genel olarak süsleme programına göz attığımızda ise diğer mimari elemanlarda olduğu gibi bir çeşitlilik ile karşılaşırız. Bazı kapılarda belirli bir tarzı yansıtan, örneğin çarkıfelek motifi gibi tipik süsleme öğeleri olduğu gibi, çok daha farklı ve kişisel zevkleri yansıtan tasarımlar da görebilmekteyiz. Farklı medeniyetlere ve dinlere ev sahipliği yapan ve köklü bir kültürel birikime sahip olan Anadolu’da motifler ve süslemeler konusunda çeşitliliğin olması zaten şaşırtıcı değildir. Mustafapaşa’daki, avlu duvarının yüzeyinden öne doğru çıkarak anıtsal biçimde inşa edilen kapıların her biri diğerinden farklı bir kompozisyonla kurgulanmıştır. Öne doğru çıkan kapılar silmelerle, taş işçiliğinin sanatsal dokunuşlarla bütünleştiği çeşitli biçimlerdeki kabartmalarla ve ayrıca sütuncelerle hareketlendirilmiştir.

Örneğin Mehmet Şakir Paşa Medresesi taç kapısı, Osmanlı döneminde örneklerine az rastlanan bir anıtsallıkta tasarlanmıştır. Çift kanatlı ahşap kapının üzerindeki dantel gibi işlenmiş kabartmanın yanı sıra; bitkisel ve geometrik kabartmalarla bezenmiş kademelendirilmiş kemerleri, sütunceleri ve duvar yüzeyinin tamamı bölgedeki taş oyma ustalarının bir baş yapıtı olma özelliği sergilemektedir. Kapının üzerindeki kitabe bile, süsleme programı içerisinde bağımsız bir biçimde ele alınarak bezenmiş ve kurgulanmıştır.

Günümüzde bir kısmı otel olarak hizmet veren, orijinalinde Rizos ailesine ait olan Serafim Konağı’nın orijinal giriş kapısını çevreleyen bordürün dışında yer alsa da, kapı süsleme programının bir parçası olan aslan kabartmaları dikkat çekicidir. Mezopotamya’da ilk uygarlıklardan itibaren ve Anadolu’da Hititlerden itibaren karşılaştığımız, mimari yapılara eşlik eden önemli bir süsleme unsuru olan bu motif şüphesiz “apotropeik” bir özellik taşımaktadır.

“Sinasos Evleri” isimli çalışmasında Roides, köydeki kapıların birçoğunda sütun başlıklarının kullanılmamış olduğuna dikkat çekerek, Anadolu’daki farklı bölgelerde bunun önemli bir biçim unsuru olduğu belirtir. Bunun yerine Sinasos’ta daha çok kemerler ve sütuncelerin kullanıldığını ekler. Aynı zamanda araştırmacı, Sinasos’taki görkemli evlerin pek çoğunun Rumlar tarafından inşa ettirilmiş olmasına karşın evlerin cephelerinde Yunan kimliğini en çok yansıtan unsurlardan biri olan üçgen alınlığın çok fazla uygulanmamış olmasına dikkat çeker (1985, s. 151-152). Araştırmacı bu eksikliği daha çok teknik nedenlerle izah etse de, bu durum daha çok köyün zengin kültürel mirasa sahip bir Anadolu köyü olmasıyla daha iyi açıklanabilir.

Eskilerin Bir Haberleşme Yolu: Kapı Tokmakları

Mustafapaşa’daki kapılarda dikkat çeken bir diğer özellik de, bugün maalesef pek çoğu yerinde olmayan ama Osmanlı döneminde yapılmış olan kapıların üzerindeki tokmaklardır. Avrupa etkisiyle ortaya çıktığı düşünülen tokmaklar Osmanlı döneminde yurt genelinde 18. ve 19. yüzyılda yaygınlaşmıştır.

Bu tokmaklar incelendiğinde, eskiden bunların yalnızca içerideki kimseye mekâna giren kimsenin haber verdiği birer aracı olmanın ötesinde bir işlev gördüğüne şahit oluruz. Tokmakların üzerinde kurgulanan desenler, tasvirler ve süslemeler vasıtasıyla ev sahibi adeta yaşadığı bölgedeki varlığını dile getirmiştir. Böylece tokmaklar, ev sahibinin bir bütün olarak kendini toplum içinde konumlandırmasına imkân vermiştir. Kişinin ekonomik durumu, sosyal statüsü, dini inançları ve dünya görüşü gibi pek çok özelliği tokmaklardaki sembollere yüklemiştir. Günümüzde Kapadokya Üniversitesi İdari Binası olarak hizmet veren, orijinal ismiyle Sultanidis Konağı’nın avluya açılan ahşap kapısı üzerinde bulunan metal kapı tokmağı bilekten itibaren tasvir edilmiş bir insan eli biçimindedir. Elin orta parmağı üzerindeki yüzük dikkat çekmekte olup, bu tarz yüzüklü tokmaklara Hatay, Antep, Antalya, İzmir (özellikle Buca ve Alsancak), Safranbolu gibi Türkiye’nin pek çok şehrinde rastlamak mümkündür. Bazı örneklerde yüzüksüz bir el şeklinde de karşımıza çıkan bu tokmaklar muhtemelen evde yaşayan bireylerin medeni halini yansıtırcasına tasarlanmıştır. Yapılan bazı araştırmalar, tokmak üzerindeki elin orta parmağında yüzük olmasının, evdeki yaşayanların nişanlı olduğunun veya evde evlenme çağında genç bir kızın varlığının işareti olduğunu ortaya koymaktadır.