Mustafapaşa’nın büyük ölçüde korunabilmiş olarak günümüze ulaşan tarihi yapıları öylesine göz alıcı; bize bıraktığı kültürel miras öylesine değerlidir ki, sahip olduğu doğal güzelliklerin bazen gölgede kaldığı düşünülmektedir.
Esasında Mustafapaşa’nın zenginliği, belleğindeki tarihi ve kültürel anılarla sınırlı olmayıp; vadilerin içine kurulu bir yerleşim olarak onun doğal bir hazineye sahip olmasından da ileri gelmektedir. Burada adeta, “Tanrı’nın sanatı” ile insanın eliyle yaptığı sanat bütünleşerek ortaya ahenkli görüntüler çıkmıştır.
Mübadeleden önce Mustafapaşa’nın durumuna ilişkin en önemli bilgilere erişmemizi sağlayan Serafim Rizos, köyle ilgili anılarını anlatırken köy ve çevresinin doğal yapısını şöyle anlatmıştır (Balta, 2005):
“Toprağımızı koca bağlar, sıradağlar, kaya öbekleri ve uçsuz bucaksız kaya vadileri kaplıyordu. Masa şeklinde (Rafes, Panaya), piramit ve koni şeklinde dağlar (Gorgoli, Aziz Nikolaos), tepelerinde sert, koyu renkli taşlar dikili münferit kayalar, içleri oyulmuş ve boş, tek başlarına yükselen koca kayalar (Ortahisar). Kara, boz, ak, sarımtırak, kızıl, pembe kayalar… Sert, şefkatli, gürültücü, sessiz, ağır, birbirlerine sımsıkı kenetlenmiş, yumuşak huylu, somurtuk ve tehditkar kayalar insanların hizmetine sunulmuştu. İnsanoğlunun fazla zorlanmadan fethedip egemenliği altına alması için, Erciyes Dağı özellikle onları kusmuş, sular da ustalıkla oyarak şekillendirmiş sanırdın”.
Köyün tarihi yapılarına ilişkin (bilhassa mimari) çalışmalar, doğal yapılarıyla kıyaslandığında nispeten yoğundur. Özellikle köyle ilgili yaptığımız araştırmalarımız sırasında bu alandaki eksiklikler tespit edilmiş olup, önümüzdeki süreçte bu çerçevede bazı çalışmaların yapılması planlanmaktadır.